14 Aralık 2023, 00:48 tarihinde eklendi

Ehlibeyt sevgisi

Ehlibeyt sevgisi

EHL-İ BEYT SEVGİSİ

“Andolsun ki Allah, müminlere kendilerinden, onlara kendi ayetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.” [203]

Allah Teala’ın lütuf, ihsan ve kerametine bakın ki, insanlara kendi içlerinden, özlerinden, onlarla aynı duygu ve düşünceyi paylaşan: Hakk’a giden yolda onların rehber ve pişdarı olan: İmama ihtiyaçları olduğunda önlerine geçebilen, kumandaya ihtiyaç duyduklarında, onları en mükemmel idare eden bir nebi, bir elçi gönderdi…

”(Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” [204]beyanı ile de Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’i rahmete bir vesile olduğunu, ona uyanların ve sevmenin kurtuluşa vesile olacağını belirtmektedir. Zira Allah-u Teala yaratmış olduğu şu âlemde her şeyi bir başka şeylere vesile kılmıştır. Öyleyse Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’i sevmek Allah-u Teala’yı sevmeye vesiledir.

Cenab-ı Hakk’ın bu sevgisine mahzar olmuş, Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in ehli de bu sevginin bir parçasıdır. Çünkü şanı yüce olan Allah Teala, Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’e itaati kendisine itaat gibi belirtmiş ve: “Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun.” [205] buyurarak peygambere itaatı şart saymıştır. Peygamberine bu kadar büyük vasıflar yükleyen Allah-u Teala, onun ehlinin de peygamberi ahlakla vasıflanması ve ümmet-i Muhammed’e örnek teşkil etmesini ve bütün pisliklerden arınmasını dileyerek:

“Ey ehli beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz, pampak yapmak istiyor.” [206] buyurmuştur.

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (Radıyallahu Anhnhüm) çocuklardan olduğu gibi, Hz. Ali dahi Hz. Peygamberin evinde yetişmiş ve Hz. Fatıma ile birlikte yaşaması dolayısıyla özel bir mensubiyeti elde etmiş bulunduğundan o da ehli beyttendir. Fakat bunların ehli beytten olması Hz. Peygamber'in diğer kızlarının ve onlardan olan çocuklarının da ehli beytten olmasına engel değildir, aksine olmalarını gerektirir.

Fakat ne tuhaftır ki Şia, âyetin konusunu oluşturan Peygamberin tertemiz hanımlarını dahi hesaba almayarak ehli beytin, Hz. Peygamberi kendisiyle Ali, Hasan, Hüseyin, Fatıma (Radıyallahu Anhnhüm)den ibaret olduklarında ısrar etmek istemişler ve bu yüzden İslam tarihinde çok büyük gürültüler çıkarmışlardır. "Selman bizden ve ehli beyt'tendir" hadisiyle, özel mensubiyet ile Selman bile ehli beytten sayıldığı halde, Peygamberle birlikte geceleyip yatan, temiz hanımların ehli beytten hariç sayılmaları ne garip bir taassuptur” [207]

Allah-u Teala’nın, Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’e ve ehl-i beytine gösterdiği bu ihtimam bizlerinde düşünmemize sebep olmaktadır. Rabb’imizin Kur’an-ı mübinde bahsettiği ehl-i beyt-i acaba kimlerdir?  Acaba ehl-i beyti sevmek gerekli midir? Sorularına cevap bulmak gerekir.

Ehl’in lügat manası: Yabancı olmayan, alışık olduğumuz, dost, sahip, mensup, evlat, iyal, kavm, müteallikat, mahir, usta, üstad, muktedir, becerikli demektir.

Beyt; ev, oda, hane manasına gelir.

Ehl-i beytin, İslam âlimleri tarafından bir çok mana verilmişse de genellikle üstünde durulan manası, Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in ailesi olarak algılanmaktadır.

Sa'd İbnu Ebi Vakkâs (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman, (mealen): "Sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle bu hususta mücadele edecek olursa de ki: "Gelin, çocuklarımızı ve çocuklarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendinizi ve kendimizi çağırıp toplanalım, sonra niyaz edelim ki, Allah'ın laneti yalancılar üzerine olsun!" [208], "Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem); Ali'yi, Fatıma'yı, Hasan ve Hüseyin (Radıyallahu Anhnhüm ecmain)'i çağırdı ve: "Allah'ım, bunlar da benim ehlim (ailem)" buyurdu." [209]

Ümmü Seleme (Radıyallahu Anhnha) anlatıyor: "Ben "Resûlullah(Sallallahu aleyhi vesellem)'ın evinin kapısında iken şu ayet nazil oldu: "...Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" [210] Evde "Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem), Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin vardı. Onlara bir örtü bürüdü ve:

"Allah’ım, işte bunlar benim ehl-i beytimdir, bunlardan günahı gider ve bunları kirlerden tertemiz kıl!" buyurdu. Ben atılıp:

"Ey Allah'ın Resûlü! Ben ehl-i beytten değil miyim?" dedim. Bana:

"Sen (yerinde dur, sen zaten) hayırdasın, sen Resûlullah'ın zevcesisin!" diye cevap verdi." Hadis-i şerifin son bölümünün tevilinde şöyle denmiştir “Sen (zaten) hayırlısın. Benim ehl-i beytim olman sebebiyle, bir de örtümün altına girmeye ihtiyacın yok” diyerek örtünün altında bulunan Hz. Ali (Radıyallahu Anh)’ın varlığı sebebiyle örtünün altına girmesini men etmiştir. [211]

Benzer bir Hadis-i şerifi de Hz. Aişe (Radıyallahu Anhnha) anlatıyor: "Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem), üzerinde siyah (yünden) nakışlı bir kumaş olduğu hâlde sabahleyin (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi onu da soktu. Sonra Fatıma geldi, onu da soktu. Sonra Ali geldi onu da örtünün altına soktu. Sonra da: "Ey Ehl-i Beyt Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" [212] buyurdu." [213]

Hz. Enes (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman (mealen): "... Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" [214]"Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) sabah namazına giderken, altı aya yakın bir müddette, Hz. Fatıma (Radıyallahu Anh)'nın kapısına uğrayıp: "Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt "Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor!" buyurdu." [215]

EHL-İ BEYT’İ SEVMEK VE HÜRMET GÖSTERMEK

Allah-u Teala Kur’an-ı mübinde: ”Ey Muhammed! De ki: "Ben bu tebliğime karşı sizden akrabalıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum." [216] ayet-i celilesini müfessirler birçok yönlü tefsir etmişlerdir.

İmam Buhari ve başkalarının Said İbn Cübyr (Radıyallahu Anh)’dan rivayet etmiş oldukları mana şöyledir: ”Ben sizden buna karşılık”; beni akrabalarım içinde sevmenizden, onlara iyilik etmenizden başka bir ücret istemem, demişlerdir.

İbnu Abbas (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdular ki:

"Nimetleriyle sizi beslediği için Allah'ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin." [217]

Zeyd b. Erkam (Radıyallahu Anh) rivâyet ettiği hadis-i şerifte: "Mekke ile Medine arasında Hûm denilen bir su başında bulunurken Resulullah hutbe irâd etmek üzere ayağa kalktı; Allah'a hamd ve sena etti, vaaz ve hatırlatmalarda bulundu; sonra: ”Haberiniz olsun ki ey insanlar, ben ancak bir insanım; Rabbimin elçisinin gelmesi ve benim ona icâbet etmem yaklaşıyor. Ben size iki ağır emanet bırakıyorum: Bunların birincisi, Allah'ın kitâbidir; onda mutlak hidâyet ve nur vardır. Bundan dolayı sizler Allah'ın kitâbına tutununuz ve ona sımsıkı sarılınız” buyurdu. Böylece Allah'ın kitâbına teşvik edip gönülleri ona rağbet ettirdi; sonra da şöyle dedi: “Diğeri de ehl-i beyt'imdir. Ben, ehl-i beyt'im hakkında sizlere Allah'ı hatırlatıyorum” (Resulullah bu son cümleyi üç kere tekrarlâmıştır). [218] Bu hadis-i şerif hakkında birçok yorumlar yapılmış ve Şiilerin çok tahrif ettiği anlaşılmıştır.

İbnu Ömer (Radıyallahu Anh) anlatıyor: "Ebu Bekir (Radıyallahu Anh) buyurdular ki: "Muhammed (Aleyhisselam)'ı Ehl-i Beytinde gözetin."

Ebu Bekir (Radıyallahu Anh), bu sözüyle halka hitap ederek, Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’in hatırını akrabalarında gözetmelerini, Aleyhissalatu vesselam’ın gönlünde yüce olan hatırı ve sevgisi sebebiyle, O’na neseben yakın olanlara hürmet etmeyi, onları incitip üzecek, gücendirecek söz ve davranışlardan kaçınmayı tavsiye etmektedir. “Gözetin” diye ifade edilen “Korumak ve kollamak manalarına gelmektedir. Buhari, Hz Ebu Bekir’ın bu tavsiyesinin peşinden, bunu açıklar ve tamamlar mahiyette şu hadis-i nakleder: “Fatıma benden bir parçadır,onu öfkelendiren beni öfkelendirmiş olur” [219]

Abdurrahman b. İsbahani anlatıyor: “Ebu Bekir(Radıyallahu Anh) bir gün Resulullah’ın minberinde hutbe okurken Hz. Ali’nin (Henüz küçük olan) oğlu Hasan (Radıyallahu Anh) geldi ve: “Babamın (Dedemin) yerinden aşağı in!” dedi.

Ebu Bekir: “Doğru söylüyorsun, burası dedenin makamı!” diyerek Hasan’ı kucağına oturtup ağladı.

Ali (Radıyallahu Anh): “Ey Mü’minlerin Halifesi! Vallahi çocuğun bu davranışıyla benim bir ilgim yoktur” diye özür beyan etti.

Ebu Bekir: “Doğru söylüyorsun, ben de seni itham etmiş değilim” dedi.[220]

Makburi anlatıyor: “Bir gün Ebu Hureyre (Radıyallahu Anh) ile birlikte oturuyorduk. Ali (Radıyallahu Anh)nin oğlu Hasan (Radıyallahu Anh) yanımızdan geçti. Bize selam verdi. Cemaat selamını aldı. Ebu Hureyre, Hasan’ın geçtiğini fark edememişti. “Şu giden Ali oğlu Hasan, bize selam verdi” dediler.

Ebu Hureyre, arkasından giderek yetişti ve: “Sana da selam, ey seyidim (Efendim)! dedi. “Sen ona seyidim mi diyorsun” dedik. “Şahadet ederim ki Resulullah efendimiz: “Hasan Seyyid’dir” buyurmuştu” dedi” [221]

Hatta büyükler bu sevgiyi öyle benimsemişler ki: Rasûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ile ehl-i beyt'e de salât ve selâm getirmek Müslümanların bir görevidir.[222] demişlerdir.

Hz. Peygamberin ehl-i beytinden gelenler günümüzde İslâm âleminin değişik yerlerinde yaşamaktadırlar. Hz. Hüseyin soyundan gelenlere Seyyid, Hz. Hasan soyundan gelenlere Şerif denilmektedir.

Hz. Peygamber'in ehl-i beyt'inin işleriyle meşgul olan görevlilere tarihte Nakîbü'l-Eşrâf denilmiştir. Nakîbü'l-Eşrâf, Peygamber hanedanı efradının umumi bir vasisi hükmünde olup, gördüğü vazifenin şerefinden ötürü en yüksek mensuplardan sayılmış, İslam devletlerinde her zaman bunlara hürmet ve tazimde bulunulmuştur.

Yukarıda geçen hadis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere Alemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in Ehl-i Beytini sevmek ve onlara hürmet göstermek, efendimizi  sevmemizin bir nişanesidir.

EHL-İ BEYTE DİL UZATMAK

Urve anlatıyor: “Adamın biri, Ömer (Radıyallahu Anh)’nın da bulunduğu bir mecliste Ali (Radıyallahu Anh)’na dil uzattı. Hz. Ömer o şahsa (Resulullah’ın kabrini göstererek): “Şu kabir sahibini tanıyor musun? Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib’dir. Ali de Allah Resulü’nün amcası oğlu!.. Ali’yi anacaksan hayırla yad eyle! Onu incitirsen şu kabirdekini de incitmiş olursun! dedi” [223]

Ebu Bekir b. Halid b. Urfuta anlatıyor: Bir ara Sa’d b. Malik (Radıyallahu Anh)’nın yanına gittim ve Duyduğuma göre Kufe’de Ali’ye sövmenizi istiyorlarmış! Ona sövdün mü?

“Bundan Allah’a sığınırım” dedi ve: “Sad’ın ruhunu elinde tutan Allah’a yemin ederim ki  ben, Allah Resulü’nün Ali hakkında öyle bir şey söylediğini duydum ki tepeme testereyi dayasalar ömrü billah yine de ona dil uzatmam ve sövmem” dedi.”  [224]

Ebu Abdullah el-Cedeli anlatıyor:”Bir gün Ümmü Seleme (Radıyallahu Anh)’yi ziyarete gittim. Bana: “Gözlerinizin önünde Resulullah’a sövülüyor mu? diye sordu. “Haşa! Haşa! Dedim”

Ümmü Seleme: “Resulullah’tan duymuştum, şöyle buyuruyordu dedi: “Ali’ye söven kuşkusuz bana sövmüştür!”[225]

Bu izahatlardan çıkan sonuç şudur: Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ehl-i beyti hakkında konuşmak ve onları aşağılayıcı tavırlarda bulunmak O’na karşı sadakatsizliğin ve imanın zayıflığının göstergesidir. Zira yukarıda geçen :"Nimetleriyle sizi beslediği için Allah'ı sevin. Beni de Allah sevgisi için sevin. Ehl-i Beytimi de benim sevgim için sevin." Hadis-i şerifin ışığı altında anlaşılan odur ki; bu sevgi hiyerarşik bir sistemle Allah-u Teala’nın sevgisine uzanmaktadır. Öyleyse Allah ve Resulü’nü sevdiğini iddia eden her mü’min ehl-i beyti sevip hürmet etmekle mesuldür.

EHL-İ BEYT VE İSLAMA HİZMET

Yukarıdan beri anlatıla gelen ehl-i beyt sevgisi ve onlara takınılacak tavrı belirtmiştik. Şimdi bu elit tabakanın içinden çıkan muttaki imamların, ümmeti Muhammed’e hizmet boyutundaki çalışmalarından bahsedelim:

Cenab-ı Hakk Kur’an-ı mübinde: “Çünkü onun (Dostları) hizmetine ehil olanlar ancak müttakilerdir. Lakin çoğu bunu bilmezler.”[226] Hafız Ebu Bekir İbn Merduyeh bu ayetin tefsirinde der ki: Bize Süleyman İbn Ahmed et-Taberani’nin… Enes İbn Malik’ten rivayetinde o şöyle demiştir: Allah Resulü (Sallallahu aleyhi vesellem)’ne: Senin dostun kimdir? diye sorulmuştu. “Her muttaki olan” buyurdu ve “Onun dostları ancak muttakilerdir” ayetini okudu.[227]

Ayet-i celileden de anlaşılacağı üzere ehl-i beytten olanlar hizmette ve ümmeti Muhammed’i kulluk konusunda terbiyete muktedir olmaları ve Allah ve Resulü’nün dostu olmak hasebiyle de ehil kişilerdir. Zira onlar birer yıldız mesabesindedir.

İmam Rabbani (k.s), “Ehl-i beyt için: “Ehl-i beytim, Nûh(Aleyhisselam)ın gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmeyen boğulur” hadîs-i şerîfi yetişir. Büyüklerimizden bazısı buyurdu ki, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem), Ashâb-ı kirâmı yıldızlara benzetti. Yıldıza uyan, yolu bulur. Ehl-i beyti de, gemiye benzetti. Çünkü gemide olanın, yıldıza göre yol alması lâzımdır. Yıldızlara göre yürümezse, gemi sâhile kavuşamaz. Görülüyor ki, boğulmamak için, hem gemi, hem yıldız lâzım olduğu gibi, Ashâb-ı kirâmın hepsini ve Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek olur. Çünkü, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazîleti, hepsinde vardır. Sohbetin fazileti ise, bütün faziletlerin üstündedir.“[228] buyurarak bu hizmetteki boyutlarını göstermektedir.

İnsanların kurtuluşunun ümitlerini de anlatırken: “Bugün de, kimsesiz kalan Müslümanların, bu dalalet girdabından kurtuluş ümidi ancak, insanların en iyisinin evladının gemisindedir. Bir hadîs-i şerifte: “Ehl-i beytim, yani evlatlarım, Nûh (Aleyhisselam)un gemisi gibidir. Buna binen kurtulur, binmeyen helâk olur” buyuruldu. Bu büyük saadeti ele geçirmek için, çok çalışınız! Çok şükür Allah-u Teâlâ, mevki, kuvvet, tesirli söz nimetlerini vermiştir. Zatınızın şerefi de, bunlara katıldığında saadet meydanında bütün akranlarınızdan ileri gitmeniz pek kolaydır.[229]

İşte onun gibi efendimizin irtihalinden sonra ümmeti Muhammed’e yardımcı olmuş ve hâlâ da olmaya devam eden birçok ehl-i beytin seçkin büyükleri bu görevi sürdürmüşler ve sürdüreceklerdir.

SELMAN-I FARİS (Radıyallahu Anh)NIN İBRETLİ HAYATI VE EHL-İ BEYT OLUŞU

Selman (Radıyallahu Anh)'ın Müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b. Buzahşan'dır. Müslüman olduktan sonra Selman ismini almıştır. Künyesi Ebu Abdullah'tır. Ona nesebi sorulduğu zaman; "Ben; Selman b. İslam'ım" demiştir. [230]

Selman (Radıyallahu Anh)'ın babası Mecusiliğe aşırı bağlı olan bir köy ağası (Dikhan) olup büyük bir çiftliğe sahipti. Onun evinde bir ateşgede vardı ve onda ateşin sönmeden sürekli yanmasını sağlama işiyle Selman (Radıyallahu Anh) ilgileniyordu. Babasının ona karşı olan sevgisi çok aşırıydı. Bu yüzden onu, kendisine bir zarar gelmesin diye eve kapatmıştı.

Bu arada Selman (Radıyallahu Anh), Mecusiliğin gerçek bir din olup olamayacağı hakkında düşünmeye başladı. Ancak o kendi deyimiyle, bir köle gibi eve hapsedildiğinden, dışarıdaki olaylardan pek haberdar değildi ve bu yüzden Mecusiliği diğer dinlerle karşılaştırma imkânından yoksun bulunmaktaydı. Bir ara babası, işleri yoğunlaşınca onu tarlalardan birisine bakması için göndermek zorunda kaldı. 

Selman (Radıyallahu Anh), bir kilisenin yanından geçerken, içerde ibadet edenlerin durumu dikkatini çekti ve içeri girerek onları izlemeye başladı. O, evde hapsedilmiş olduğu için bu insanların dini hakkında hiç bir bilgiye sahip değildi. Selman (Radıyallahu Anh) tarlaya gitmekten vazgeçerek, büyük bir merak içerisinde, akşama kadar orada kalmış ve bu dinin Mecusilikten daha hayırlı olduğu kanaatine vararak, onlara bu dinin kaynağının nerede olduğunu sormuştu. Onunla ilgilenen Hıristiyanlar, dinleri hakkında onu bilgilendirmişler ve bu dinlerinin kaynağının Suriye’de olduğunu söylemişlerdi. Selman (Radıyallahu Anh), eve dönmekte gecikince babası endişelenmiş ve onu bulmak için adamlar göndermişti. Eve dönen Selman (Radıyallahu Anh), başından geçen olayı babasına anlattı. Babası ise ona, gördüğü dinde hiç bir hayrın bulunmadığını ve atalarının dininin, karşılaştığı dinden daha iyi ve üstün olduğunu söyledi. Selman (Radıyallahu Anh) babasına karşı çıkarak, Hıristiyanlığın kendi dinlerinden üstün olduğu konusunda onunla tartışmaya başladı. Babası, onun bu durumundan telaşlandı ve ayaklarından bağlayarak onu hapsetti. Selman (Radıyallahu Anh), kilisedeki Hıristiyanlarla irtibat kurarak, Suriye tarafına gidecek bir kervan hazır olduğu zaman, kendisine haber vermelerini istedi. Böyle bir kervan hazır olduğu zaman, kendisine verilen haber üzerine evden kaçtı ve bu kervana katılarak Suriye’ye gitti. Burada bir rahibin hizmetine girdi.

Yanında kaldığı rahibin ölümü yaklaştığı zaman ondan da kime tabi olacağı konusunda vasiyette bulunmasını istedi. Bu kimse ona, yeryüzünde tabi olunabilecek bir kimsenin var olduğunu bilmediğini söyledi ve şöyle ekledi: "Ancak bir peygamberin gelmesi yakındır. O, İbrâhim'in dini üzere gönderilecek ve kavminin arasından hicret edip, içinde hurma bahçeleri olan iki harra arasındaki bir yere gidecektir. Onun peygamber olduğunu belirten alâmetleri vardır: O, hediye edilen şeyleri yer, sadaka olarak hiçbir şeyi kabul etmez. İki omuzu arasında da nübüvvet mührü bulunmaktadır. Görünce onu tanırsın. O ülkeye gidip ona katılmayı başarabileceğine inanıyorsan bunu yap." [231]

Kelb kabilesinden bir tüccarla karşılaştı. Ondan, ülkesi hakkında bilgi aldı ve bahsedilen nebinin bu bölgedeki bir yerden çıkması gerektiğine kanaat getirerek, kendisini bir ücret karşılığında birlikte götürmesini istedi. Selman (Radıyallahu Anh)'ın teklifini kabul eden Kelbli Arap onu yanına alarak Hicaz'a doğru yola çıktı. Ancak, Vadil-Kura'ya geldiklerinde bu kimse Selman (Radıyallahu Anh)'a ihanet etti ve onu köle olarak bir Yahudi’ye sattı. Vadil-Kura'da hurmalıkları gören Selman (Radıyallahu Anh), kalbi mutmain olmamakla birlikte, Ammuriye'deki rahibin kendisine tarif ettiği yerin burası olmasını arzuluyordu.

Selman (Radıyallahu Anh), biriktirmiş olduğu bir miktar yiyeceği alarak, Kuba'da bulunmakta olan Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'in yanına gitti ve ona; "Senin salih bir kimse olduğunu duydum. Yanınızda ihtiyaç sahibi olan arkadaşlarınız var. Sizin halinizi duyduğum zaman, bunları size vermemin daha iyi olacağını düşündüm" dedi ve getirdiklerini Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'in yanına koydu. Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem), ashabına;

"Yiyin" dedi. Ancak kendisi bunlardan yemedi. Selman (Radıyallahu Anh), sadaka kabul etmediğini gördüğü zaman kendi kendine; "Bu alametlerin biridir" dedi. Daha sonra Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Medine'ye geçti. Selmân (Radıyallahu Anh) tekrar bir şeyler hazırlayarak Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'in yanına gitti ve getirdiklerinin sadaka olmadığını, sadece kendisine hediye olarak vermek istediğini söyledi. Onun sahabeleriyle birlikte bunlardan yediğini görünce ikinci alametin de onda var olduğuna kani oldu. Bir zaman sonra Selman (Radıyallahu Anh) tekrar Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'in yanına gitti. Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ashabıyla birlikte oturmaktaydı. O, onlara selam verdikten sonra, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'in etrafında dolaşmaya başladı. Onun, bildiği bir şeyi araştırdığını anlayan Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ridasını kaldırdı. Selman (Radıyallahu Anh), Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'in sırtındaki mührü gördüğü zaman Ammuriye'deki rahibin kendisine bahsettiği mührün aynısı olduğunu anladı ve onu öperek ağlamaya başladı. Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) onu yanına oturtarak hâlini sordu. Selman (Radıyallahu Anh), oraya ulaşıncaya kadar başından geçen olayları anlattığı zaman, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ve orada bulunan sahabeler bunu hayretler içerisinde dinlemişlerdi. [232]

Selman (Radıyallahu Anh), Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'e geldiği zaman Arapçayı meramını anlatacak ölçüde bilmiyordu. Onunla Farsçayı bilen bir tercüman aracılığıyla konuşmuş olduğu rivayet edilmektedir.[233]

Selman (Radıyallahu Anh), Hicret'in beşinci yılına kadar köle olarak yaşamıştır. Bundan dolayı o, Hendek savaşından önceki gazalara iştirak edemedi. Uhud savaşı öncesinde Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ona, efendisiyle mükâtebede bulunmasını söyledi. Selman (Radıyallahu Anh), bunun üzerine efendisine giderek onunla, üç yüz hurma fidanı temin edip dikmek ve kırk ukıye (1600 yüz dirhem) altın vermek şartıyla anlaştı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem), Sahabelere: "Kardeşinize yardım edin" dedi. Sahabeler güçleri miktarınca fidan temin ederek üç yüz tane fidanı ona verdiler. Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem), ona: "Selman, git çukurlarını kaz. Dikmeye sıra geldiği zaman onları sen dikme, bana haber ver. Onları kendi ellerimle yerlerine koyayım" dedi. Selman (Radıyallahu Anh), çukurların kazılma işini Sahabelerin yardımıyla bitirdi. Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem), bahçeye giderek bütün fidanları yerine koydu. Bu fidanlardan hiç bir tanesi kurumamıştı. Daha sonra, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) Selman (Radıyallahu Anh)'ı yanına çağırarak, efendisine ödemesi gereken kırk ukıye altını ödemesi için ona yumurta büyüklüğünde bir altın külçesi verdi. Selman (Radıyallahu Anh): "Bu benim ödemem gereken miktarı nasıl karşılar ya Rasulallah?" demekten kendini alamadı. Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) ona ”Ey Selman! Allah onunla senin borcunu karşılayacaktır" dedi. Selman (Radıyallahu Anh) şöyle demektedir: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onunla kırk ukiyelik ödemem gereken miktarı ödedim". Artık böylece Selman (Radıyallahu Anh) hürriyetine kavuşmuş oluyordu. [234]

Selman (Radıyallahu Anh)'ın katıldığı ilk savaş Hendek savaşıdır. Müşrikler, müttefiklerle birlikte oluşturdukları on bin kişilik bir orduyla birlikte Medine'ye doğru harekete geçtikleri zaman, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem), şehir içinde kalarak bir savunma savaşı vermeyi kararlaştırmıştı. Ancak, Medine'nin çevresinde düşmanın şehre girişini engelleyecek her hangi bir sur yoktu. Bu durum şehrin savunulmasını oldukça güçleştiriyordu. Yapılan istişareler esnasında Selman (Radıyallahu Anh), Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'e, "Ey Allah'ın Resûlü! Biz İran’da muhasara edildiğimiz zaman şehrin etrafında bir hendek kazarak kendimizi savunurduk" deyip hücuma açık bölgede bir hendek kazılması görüşünü ileri sürmüştü. [235] Bu görüş Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) tarafından uygun bulunmuş ve derhal hendeğin kazılması için faaliyete geçilmişti. Selman (Radıyallahu Anh), kuvvetli bir kimseydi ve kazı işinde oldukça verimli çalışmaktaydı. Ensar grubu, Selman (Radıyallahu Anh)'ı sahiplenerek, "Selman bizdendir" dediler. Bunun üzerine muhacirler; "Hayır Selman bizdendir" demeye başladılar. Bunu duyan Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem); "Selman bizdendir. O ehl-i beytimdendir" diyerek onu ehl-i beytine dâhil etmiştir. [236]

İşte Selman-ı Farisi (Radıyallahu Anh) sadakati ve Allah Resulüne olan muhabbeti sayesinde ehl-i beyti olmuştur. Bu anlayış hâlâ devam etmektedir. Zira Allah Resulünün izinden yürüyen evliyaullah da aynı çizgide yürümeyi şiar edinmişler, kendilerine bağlı, sadakat sahibi olanları ehillerine katmışlardır.

İmam-ı Rabbani (k.s)’nin ehl-i beyti  hakkında: “Bereketleri çok olan kıymetli Seyyidler, din ve dünyâ efendisi (Sallallahu aleyhi vesellem)in zerrelerini taşıdıkları için, kırık kalem ve kısa dil ile hâllerini bildirmekten ve kendilerini övebilmekten çok yüksektirler. Ancak, saadete kavuşmağa sebep olacağını düşünerek bu işe kalkışılabilir. Belki de onları ağzına almakla şereflenmeyi ve onlara karşı sevgi beslemek emrini yerine getirmek için bu büyük işe kalkışılır. Yâ Rabbî! Peygamberlerin efendisi (Sallallahu aleyhi vesellem) hürmeti için o sevgilileri, bizim de sevmemizi nasip eyle!” [237]

 

 


[203]-Al-i İmran suresi ayet-164

[204]-Enbiya suresi ayet-107

[205]-Haşr suresi ayet-7

[206]-Ahzab suresi ayet-59

[207]-Elmalı Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’an Dili,V,308

[208]-Al-i İmran suresi ayet-61

[209]-Prof Dr. İbrahim Canan,Kütüb-i Site,XII,415(Hadis no:4493);Tirmizi,Tefsir,Âl-i İmran,(3002)

[210]-Ahzab suresi ayet- 33

[211]-Prof Dr. İbrahim Canan,Kütüb-i Site,XII,416(Hadis no:4494);Tirmizi, Menakıb, (3870)

[212]-Ahzab suresi ayet-33

[213]-Prof Dr. İbrahim Canan,Kütüb-i Site,XII,418(Hadis no:4496);Müslim, Fezailu's-Sahabe 61, (2424)

[214]-Ahzab suresi ayet-33

[215]-Prof Dr. İbrahim Canan,Kütüb-i Site,XII,418(Hadis no:4495);Tirmizi,Tefsir, Ahzab, (3204)

[216]-Şura suresi ayet-23

[217]-Prof Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Site,XII,414 (Hadis no:4492);Tirmizi, Menakıb, (3792)

[218]-Müslim, Fedâilü's-Sâhâbe, 36; Ayrıca bk. Sahîh-i Müslim ve Tercümesi M. Sofuoğlu,VII,311-314

[219]-Prof Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Site,XII,414(Hadis no:4498);Buhari, Fezailu'l-Ashab 12,-22

[220]-M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe,II,479

[221]-M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe,II,481

[222]-Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 323

[223]-M. Yusuf Kandehlevi,Hayatü’s-Sahabe,II,476-477

[224]-M. Yusuf Kandehlevi,Hayatü’s-Sahabe,II,477

[225]-M. Yusuf Kandehlevi,Hayatü’s-Sahabe,II,478

[226]-Enfal suresi ayet-34

[227]-İbn Kesir,Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri,VII,3297

[228]-İmam Rabbani,Mektubat,59. Mektup

[229]-İmam Rabbani,Mektubat,51. Mektup

[230]-İbn Sa'd,Tabakâtül Kübra,IV,75;İbnul-Esir,Üsdül-Ğabe,II,417;İbn Hacer el-Askalani,rel-İsâbe,ll,62

[231]-Ahmed b. Hanbel, V, 442-443; İbn Sa'd, IV, 77-78; İbnul-Esîr, Üsdül-Ğâbe, II, 417-418

[232]-İbn İshak,es-Sîre,66;Ahmed b. Hanbel,V,442-443;İbn Sa'd,IV,77-79;İbnul-Esîr,Üsdül-Ğabe,II,418-419;

Muhammed b. Hasan ed-Diyarbekrî,Tarihul-Hamis,I,351-352;Ahmed b. Hafız el-Hakemî,el-Kısasul-

İslâmiye,I,187-189

[233]-Diyarbekrî,Tarihul-Hamis,I,352

[234]-Ahmed b. Hanbel, V, 443-444; İbn Sa'd,IV, 79-80; Diyarbekri, I, 468; İbnül-Esîr, Üsdü'l-Ğabe, II, 419;

Onun azad edilmesi hakkında değişik rivayetler için bk. Diyarbekrî, Tarihul-Hamis.I,469

[235]-Taberi, Tarih,II,566

[236]-Taberi, Tarih,II,566;İbn Sa'd.IV,83

[237]-İmam Rabbani, Mektubat-ı Rabbani,56.Mektup

BİR CEVAP YAZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Doldurulması zorunlu alanlar işaretlendi *